Pages

Thursday, October 29, 2009

1-6 Agustos 2008 -Viva Espana, Tarifa gunleri:)

Tarifa'daki ilk gunumuzde yanimizdaki Manta isimli katamaranin sahipleri Isa(Alman) ve Massimo(Italyan) ile tanistik. Bize Tarifa'da cok iyi rehberlik ettiler. Katamaranlarini kendilerinin yaptigini ogrenince sasirdik ve etkilendik. Manta ile beraber 3 katamaran yapmislar, Manta'yi kendilerine ayirip digerlerini satmislar.

Isa ve Massimo bize limanda su bulunabildigini( ama balikcilara ait oldugundan herkes kullanmasin diye vanayi sokup goturuyorlarmis, ancak bilenler alabiliyor), yakit icin ise sehrin icindeki petrol istasyonuna gitmek gerektigi bilgisini verdiler.

Ikinci gun dingi ile limana gidip(zaten mendiregin hemen arkasinda demirliydik, cok yakindik)biraz alisveris yapmayi planladik. Marketin yerini, dingiyi nereye baglayabilecegimizi ogrendikten sonra Tarifa'yi kesfetmeye ve alisverise yollandik. Dostlarimiz bizi ogleden sonra saat 1400 civari levante cikacagi konusunda uyardilar, orada demirli tekneler bu ruzgar ciktigi zaman yarimadanin batisina gecip, ruzgaraltindaki kumsala demir atiyorlarmis. Levante konusunda onceden bir fikrimiz vardi. Butun pilot kitaplarda vurgulanan, ozellikle Cebelitarik gecisinde Okyanus'tan Akdeniz'e dogru gecis sirasinda istenmeyen bir ruzgar, biz biraz da bunun icin direk gecis yapmamistik. Dogu-Kuzeydogudan Alboran kanalinda esip Cebelitarik Bogazi'nda tunel etkisiyle siddetlenerek bazen 8-9 bufora kadar cikabilen bir ruzgar (detayli bilgi:http://www.nrlmry.navy.mil/~medex/tutorial/medex/winds/wind_lev.html)

Biz Tarifa ile ilgili ilk izlenimlerimizi edinir ve marketleri kesfederken, saatlerin nasil gectigini farketmiyoruz. Saat 1400 lafi gectigi icin sanki tam o saatte ruzgar artacakmis gibi ayagimizi suruyoruz. 1200'ye dogru limana geri donerken ara sokaklardan okyanusu bir an gorunce "eyvah' diyoruz, beyaz kopuklerle dalgalar havanin hic guzel olmadigini bize mujdeliyor. Alelacele dingiye binip, hizla teknenin yanina gidiyoruz, kaptana kalsa aceleden alisveris torbalarini bile firlatip atacak, 'ya tekne kayaliklara ciktiysa' diye yuregimiz agzimiza geliyor. Tekneyi kiyiya dogru yaklasmis buluyoruz, ama korktugumuz gibi birsey olmamis, son hizla demir toplayip, diger demir yerine dogru dumen tutuyoruz. Deniz cok cabuk kabarmis, binbir guclukle motorla ilerliyoruz. Yarimadayi donunce biraz rahatladik, savasmiyoruz artik. Manta'ya uygun bir uzaklikta Danfort demirimizi atiyoruz. Dip kum, ruzgar henuz 25 knot civari, demir tutunca rahatliyoruz.

Bu havada denizde olana Allah kolaylik versin! O kadar guclu esiyor ki, demirdeki tekne yelken yapmaya calisiyor ve ruzgara yan donuyor. Kaptan ana yelkeni birazcik acarak ruzgara kafa vermek, bumbayi da teknenin ortasinda sabit tutarak durumu iyilestirmek istiyor. Ama daha acma girisiminde bulunurken zaten ruzgara yan duran tekne, daha da fazla bayiliyor, ana yelkenle arasi hic iyi olmayan ben yine cigligi basiyorum. Keske sloop degil yawl olsaydi, o zaman bu plan ise yarayabilirdi.

Levanteli gunleri teknede dinlenerek(mecburen) gecirdik. Insanin eli kolu baglaniyor, kiyi yakininda ama cikamiyorsun, resmen esaret. Plajdaki butun kumu da ustumuze firlatti. Tekne tepeden tirnaga ince bir toz-kum tabakasiyla kaplandi, tellerin icine isledi. Hersey kirmizi-kahverengi gorunuyor. Kaptan arasira pruvaya gidip kontrol ediyor, ne kadar halatimiz varsa saldik, ayakta bile duramiyor insan, o derece esiyor.

Bu arada sahit oldugumuz bir olay bizi korkuttu. Havuzlukta durmus, disariyi izlerken, yarimadanin biraz aciginda cenovasi tam acik, ruzgari arkasina almis bati yonunde seyreden buyukce bir yelkenli goruyoruz. Kendi aramizda "yaa ne cesaret, bu havada ne kadar buyuk yelken acmis' derken, adamin bize dogru dondugunu goruyoruz. 'Buraya gelip demir atacak, ama neden hala cok acik yelken' demeye kalmadan on yelken sarmasi diregin tepesinden kopuyor ve koca yelken sarmasiyla beraber gummm denize. Kaptan kosarak VHF'ten cagri yapiyor, yardima ihtiyaclari var mi acaba diye soruyor. Tabii adamlar o anda VHF'e cevap verecek durumda degiller, zaten bizim yardima gidecek imkanimiz da yok. Tarifa'ya cok yakin olduklari icin, gerekirse sahil guvenlikten yardim isteyebilirler diye dusunerek biraz sakinlesiyoruz. Durbunle bakmaya devam edince, enkazi guverteye aldiklarini goruyoruz. Bizim bulundugumuz yere geleceklerini umarken, nedendir bilinmez, tekrar batiya dogru donup gidiyorar, sasirip kaliyoruz. Bu olay benim icin hep limitlerini ne zaman zorlamamak gerektigine bir ornek olusturuyor, Kaptan'la yelkenin cok acik oldugu konusunda anlasamazsak hemen bunu hatirlatiyorum.



Levantenin 3. gununde hava biraz daha sakinliyor, ama henuz demir yerini degistirecek kadar iyi degil. Isa ve Massimo ile VHF'ten haberleserek kiyiya gitmeyi planliyoruz. Kaptan dingiyle bizi kumsala goturecek, geri donecek, biz isimizi bitirince kiyidan alacak yine.

Plan guzel isliyor, ruzgar biraz azalinca kumsalda tek tuk insanlar gorunuyor, biz de dalgalarla kumsala yanasmakta biraz zorlansak da, yari islak kendimizi sokaklara atiyoruz.

Tarifa yuzyillarca Arap egemenliginde kalmis bir sehir, sokaklarinda hala Araplar zamanindan kalma yapilar var. Karsisinda Fas, bir yani okyanus, bir yani Akdeniz, stratejik bir sehir, genis kumsali ve meshur ruzgarlariyla bir sorf cenneti. Ispanya'nin baska sehirlerinden buraya tatile gelenler oldukca fazla. Fas'in Tanger sehri ile Tarifa arasindaki feribot seferleri sayesinde bol miktarda Arap turist de goruyoruz sokaklarda. Cogunlugu gencler, heryerde bir tatil havasi, belki de bizim orada oldugumuz zaman tam sezon oldugu icin.

Alisveris yapilabilecek birkac buyuk market oldugu gibi, bizdekilere benzer balik pazari, ufak bakkal dukkanlari, kasap vb. mevcut. Burada et fiyatlari Azor'daki kadar ucuz degil, ama sebze meyve, balik fiyatlari bize gayet uygun geldi.

Isa ile Massimo, birkac yildir Tarifa'da yasadiklari icin sokakta sik sik birileriyle selamlasiyorlar, kucuk yerlerin guzelligi bu, bir sure sonra mahallede gibi hissediyorsun kendini. Beni internet cafenin oldugu sokaga goturuyorlar, pek cok cafenin oldugu bir yer, ama internet cafe oldukca buyuk olmasina ragmen tiklim tiklim dolu, bir sure bekledikten sonra isimi halledebiliyorum.

Ayni sokaktaki cafelerden birinde icilen bir kahveden sonra, biraz yiyecek alisverisi yapip kiyiya donuyoruz. Walkie talkie'den cagrimiza cevap alamasak da, ilkel yontemler teknolojiden daha cok ise yariyor, Massimo islik calarak Kaptan'in dikkatini cekmeyi basariyor. Tekneye dondukten sonra kumsalda denize giren insanlara ozeniyorum, butun yaz denizde gecti ve ben daha bismillah ayagimi suya sokmadim. Buyuk bir hevesle merdivenden inmeye basliyorum, ama su, su degil buzzzz!! En iyisi Akdeniz'de denemek, okyanusta yuzulur mu hic, ayaklarimi suya soktum yeter, aninda geri cikiyorum:)

5 Agustos'ta levante kuvvetini kaybedince eski demir yerimize geri donmek istiyoruz. Artik hazirliklarimizi tamamlayip, ilk uygun zamanda yola koyulmaliyiz. Yapilacak isler belli: yakit, su, yiyecek alinacak. Manta da o gun gidip su ikmali yapacak, onlar yolu yordami bildiklerinden, peslerine takildik, limanda onlara aborda olarak tanklarimizi doldurmanin daha kolay olacagini dusunduk. Cunku rihtim buyuk balikci ve gezi teknelerinin konuslandigi bir yer. Suyun en yuksek oldugu zaman bile rihtim sudan 2 metre yuksekte . Bir de sular cekildiginde bu mesafe 3 metreye kadar cikabiliyor. Bizimkilerin soylemesine gore, burasi belediye rihtimi olmasina ragmen, balikci ve gezi tekneleri sanki kendilerine tahsis edilmis gibi bir havaya girip, oraya yatlari, teknelerin yanasmasindan hoslanmiyorlar, bu yuzden suyun valfini sokup goturuyorlar. Rihtimda kalabalik etmemek icin Manta demir yerinden ayrildiktan sonra bir sure bekledik, amacimiz onlarin isi bitsin biz o zaman limana varalim. Ama butun balikcilarin limandan cikip gittikleri bir saate denk gelmisiz, hepsi birden karsimizdan geldiler. Yarimadayi donmeye calisirken haldir huldur sagimizdan solumuzdan gecen balikcilarin arasindan biraz gerilerek ilerliyorduk ki, bir tane teknenin tam yol ustumuze dogru geldigini gorduk. Adamlar otopilota takmis, arkada aglariyla ugrasiyorlar, hic onlerine bakmiyorlar. Kaptan islikla bagirip cagirarak adamlara sesini duyurmaya calisti, bir yandan da teknenin yolundan kacmaya calisiyoruz. Neyse ki adam son anda farketti ve dumene kosup yonunu degistirdi, ne gamsizlik!(Tipik balikci davranisi)

Limana girdigimizda Manta'dakiler onlerindeki bosluga yanasmamizi isaret ettiler. Oysa bizim Kaptan rihtimdan ayrilirken bizi rihtima dogru ittirerek ayrilma manevrasini zorlastiracak olan levante kalintisiyla basa cikabilmek icin kicimizi ruzgara verip, demiri funda edip, pruvamizi rihtima dayamak dusuncesindeydi(bastan kara), ama el kol hareketleri son anda bizi bu kararimizdan vazgecirdi ve Manta'nin onunde iskele tarafimizdan rihtima aborda olduk. Rihtima cikmak, inmek bir macera. Bizimkilerin suyla isleri bitmis, uzattiklari hortumu alarak kicustundeki bidonlari doldurmaya basladik. Rihtima bir gezi teknesi yanasacagi icin Manta gitmek zorunda kaldi. Canavar rihtima yanasti, gercekten de 35-40 metre boyunda bir canavar. Pruvasi neredeyse havuzlugun ustune geliyordu. Onlar yolcularini almaya basladi, rihtimin ustu anababa gunu, bir harala gureledir gidiyor. Nereye bastiklarini da farketmiyorlar, surekli hortumun uzerine basiyorlar. Iclerinde duyarli olanlar da vardi, bize gunaydin diyenler de oldu. Gezi teknesine binenler tepemizden bakiyor, bir yandan da rihtimda ayakci gibi bir adam, bizi acele etmemiz icin bunaltiyor. Bu kosullar altinda sularimizi doldurduktan sonra bir an once rihtimdan avara olmak istiyoruz. Hatalar: Ruzgar jeneratorunu durdurmamak, bir. Kic tarafimizda bizimle koca teknenin pruvasi arasinda kalan dingiyi sancak tarafimiza almamak; iki.
Yapilacak islem: Once teknenin on koltuk halati henuz cozulmemisken, motoru calistirip ileri yol verecegiz, dumeni iskeleye cevirip, teknenin kicinin rihtimdan acilinca koltuk halatini tekneye alacagiz, tornistan yapip cikacagiz. Bu arada tekne rihtima dayanmasin diye mudahele edilecek. Hortum toplaniyor, Kaptan rihtimdan atletik(!) bir sekilde hoplayarak tekneye iniyor(bu atletiklik yuzunden uzun vadeli bir bel agrisina da yol acarak). Motoru calistirip dumeni iskeleye kiran Kaptan, benim tekneyi rihtimdan uzak tutmakta basarisiz oldugumu gorunce kosarak on tarafa geliyor, bana da dumene gecme komutu veriyor. Toparliyorken, vitesi geri takmami ve gaz vermemi soyluyor. Vitesi geri taktigimi saniyorum, bu arada hemen onumuzde bagli baska bir tekne var, ona carpmayalim derken panik diz boyu, meger vites geri takilamamis, ruzgar bizi rihtima dogru ittiriyor, arkamizdaki canavara dogru yaslanmaktan kurtulamiyoruz, dingi arada kalip saga sola surtunuyor, patlayacakmis gibi oluyor, calisir durumdaki ruzgar jeneratorunun pervanesi onlarin pruvasina carparak catirdiyor. Cok sansliyiz ki pervanenin parcalari kopup etrafa sacilmadi, teknenin basustunde durup alik alik asagida gelisen tiyatroyu seyreden yolculara zarar verebilirdi. Kaptanin cabalariyla gucbela rihtimdan avara oluyoruz, Kaptan Amerikalilarin el kol parmak hareketleri ve bol "f"li kelimeleri de cumlelerine serpistirirken ayriliyoruz, mendiregin arkasinda ilk gun demirledigimiz yere demirliyoruz. Dingiyi ve jeneratoru kontrol ettigimizde bir hasar olmadigini gorunce biraz olsun rahatliyoruz.
Ertesi gun yola cikmaya niyetliyiz, ruzgar artik bize engel degil. Isa ve Massimo ile Manta'nin guvertesinde kahve icerken, bir yandan da gelgit cizelgesini kontrol ediyoruz ve en uygun cikis saatini belirliyoruz. Cebelitarik'taki akinti cok kuvvetli oldugu icin, akinti yonunun bizim lehimize olacagi suyun yukselme saatlerini tercih etmemiz gerek. Ona gore son hazirliklar tamamlaniyor. Mazot bidonlarimizi benzinciden doldurup Massimo'nun Scooteri ile tasiyoruz. Marketti, manavdi, internetti derken son bir kez Tarifa'yi geziyoruz(hem de Azor'dan aldigim suresi dolmus vize ile, yasasin Schengen'e kazik attim:P) Artik Akdeniz'e giriyor olmanin rahatligi ile, 6 Agustos'ta sularin yukseldigi 1830 civari demir alacagiz.


Tarifa Kalesi'nin demir yerinden gorunusu



Mendiregin hemen arkasinda, Isla de Tarifa'nin yanibasinda demirde


Tarifa sokaklarinda



Balik pazari


Eski sehrin daracik sokaklari


Ana cadde uzerinde cafeler


Feribot iskelesi


Tarifa-Tanger feribotlari, arka planda tarihi kale



Demirde camasir gunu:)

Tuesday, October 27, 2009

12-31 Temmuz Better late than never! Cebelitarik'a dogru


Avrupa göründüüüü!!

12 Temmuz:
Pozisyon:
37.43.846N, 25.38.540W
Sabah erken kalkıp hazırlandık, dün George’un bahsettiği dükkanın açılmasını bekledik. Ama hiçbir şey almadan çıktık, fiyatlar hiç de uygun değildi(kullanılmış malzemeler olmasına rağmen).
Saat 0930’da marinadan halatlarımızı çözüyoruz, Ponta Delgada limanından çıkıyoruz. Liman dışına çıkar çıkmaz yelkenleri açıp motoru kapatıyoruz. Fazla gidemeden rüzgar kalıyor ve akıntı bizi adaya doğru sürüklemek isteyince yeniden motor çalıştırıp kıyıdan uzaklaşıyoruz.
2 saatlik bir seyir sonrası kıyıdan güvenli bir uzaklıkta olduğumuza karar verip yelkenleri, motoru kapatıyoruz. Dün gece saat 0200’a kadar marinadaki diskodan gelen müzik ve çığlıklar bizi uyutmadı. Rüzgârı beklerken biraz kestiriyoruz. Öğleden sonra yeniden yelken açma fırsatı bulduk. Akşam ve gece güzel yelken yaptık.

13 Temmuz:
Pozisyon: 37.00.919N, 24.51.487W
Rüzgar tam da gitmek istediğimiz Cebelitarık yönünden geliyor, oraya doğru gidemiyoruz, güçlü bir akıntı olduğu için doğu-kuzeydoğuda yapamıyoruz, ya direk kuzeye çıkmamız lazım-ki bize gereksiz- ya da güney-güneydoğu. Herhalde hep böyle esecek değil ya, birkaç gün böyle gidelim bakalım.. Artık yolu kolayladığımızı düşünüyoruz, şimdiye kadar 3000 mil yol yaptık, 960 mil elbette geçer.
Bu sefer kilerimiz tıklım tıklım taze sebze meyvelerle dolu, kuru gıdalar, bol ucuz şarap(Azorların üzüm bağları, şarapları da meşhur, 1.5 Euroya ne güzel şaraplar var), süt, envai çeşit içecek, bollll miktarda çikolata, aklınıza ne gelirse.
Yiyecekler güzel de rüzgâr berbat.
Bu arada bugün Kaptan’ın doğum günü olduğunu ikimiz de unutmuşuz(otomatik olarak intikamımı aldım:)

14 Temmuz:
Pozisyon
: 36.15.983N, 23.51.404W
Bu, sabah saatlerinde not aldığım pozisyon, sonrasında rotayı biraz kuzeye çeviriyoruz, ve saat 1430 da not aldığımda 36.31.253N, 23.47.782W olduğunu görüyorum. Bir türlü Cebelitarık’a yaklaşamıyoruz! Böyle bir güney bir kuzey gün bitiyor. Bu arada benim en önemli görevim radyodaki fax yayın saatlerini kaçırmadan okyanusla ilgili faxları almak, paranoyak bir şekilde kitaplara bakarak onları yorumlamak ve kaptanın başına ekşimek! Herb’ü buralarda duyamaz olduk, o yüzden başımızın çaresine bakmamız gerek. Ben raporlara göre en azından etrafımızda bir cephe var mı, bize doğru gelen bir şey var mı tahmin edebiliyorum.

15 Temmuz:
Pozisyon: 35.55.158N, 22.38.916W
Sabahın ilk saatlerinde rüzgâr kaldı, birkaç saat mola. 1000 gibi esmeye başladı, ama yine fazla güneye indik, telafi için yine kuzeye çevirdik rotayı. İn, çık derken öğleden sonra hava patladı. Apar topar yelkenleri indirdik, hava raporunda bir fırtına uyarısı yoktu ama beklenenden daha sert. Bu arada kaptan üzerinize afiyet hapşırmalarla soğuk algınlığı belirtileri göstermeye başladı. Okyanusta en korktuğumuz şey profesyonel yardım gerektiren hastalıklar, mesela apandisit patlaması, kalp krizi vs, bir de birinin bir yerinin kırılması, kesilmesi vb.. İlk yardım konularına da çalışmıştım, ‘inşallah başımıza gelmez’ dilekleriyle tabii. Kimsenin başına gelsin istemem. Basit bir grip bile bizi zorladı. Ben yelken açma kapama işiyle uğraşmayı istemediğim için(zaten tek kişinin yapması zor), kaptan da hasta olunca mecburi bir ‘oyalanma’ süreci yaşadık. Hava dersen burnumuzdan geliyor(kelimenin tam manasıyla teknenin burnundan esiyor). Kaptan bütün gün yelkeni bir aç bir kapa, bir küçült şeklinde sürekli efor sarfetti, hastalığın da giderek artması nedeniyle geceleyin çareyi heave-to yapmakta bulduk.

16 Temmuz:
Pozisyon
: 35.27.199N, 21.52.300W
Hava hala bir acaip. Rüzgar aynı yönden(ESE) esmeye devam ediyor, güney rotasından kurtulamıyoruz, kuzeye gitmeyi denedik olmadı, niyetimiz Madeira olsa kolaylıkla varacaktık herhalde, rüzgâr bizi tam o yöne götürüyor. Kaptan sürekli ilaçlarla, yorgan döşek yatıyor, ben bir şey yapamıyorum, durum vahim.

17 Temmuz:
Pozisyon:
35.16.354 N, 21.50.200W
Bütün gün heave-to pozisyonunda 2 mil hızla güney batıya sürüklendik, kaptan parmağını bile kımıldatamıyor, kımıldatsa da yapacak bir şey yok, akşam pozisyonu not alırken (35.11.543N, 22.26.332W) baktık 2 gün önce olduğumuz yere geri gitmişiz, hem de daha güneye inerek, yazık oldu zar zor geldiğimiz millereL

18 Temmuz:
Pozisyon bile yazmadık, rüzgar hiç şiddetini kaybetmeden aynı yönden esiyor, heave-to’dayız, kaptan yavaş yavaş toparlanıyor. Elimiz kolumuz bağlı oturuyoruz(yani yatıyoruz) zaman zaman keşke Sao Miguel’de uygun rüzgarları bekleseydik, bu kadar yorulmazdık, marinada oturuyor olurduk diye düşünüyoruz. Bu kadar ısrarla tam da burnumuzdan eseceğini nasıl tahmin edebilirdik ki! Birkaç gün eser geçer diye düşünmüştük. Elimizde bulunan siyah beyaz Pilot Chart of the North Atlantic incelemekten yıprandı, eskidi. Bu, haziran ayının rüzgar haritası ama temmuzda da çok farklı olmaz diye düşünüyoruz, sonuçta okyanusta belli rüzgarlar var, binlerce yıldır aynı şekilde esiyor olması gerek! Bu haritaya göre hakim rüzgarların kuzey-kuzey doğu olması gerek, ve doğu-güneydoğu çook çok az olmalı. Eh, her zaman teoriler gerçekle örtüşmeyebiliyor.

19 Temmuz:
Pozisyon:34.40.980N, 23.17.580W
Acaip güneybatıya sürüklendik. Sabah hava biraz sakinler gibi oldu. Kaptan da ayaklandı. Çok fazla güneye gittiğimiz için rotayı yeniden kuzeye çevirdik. GPS’ten bakınca kuş bakışı topu topu 215 mil gelmişiz gibi görünüyor, ne kadar zaman kaybı! Sao Miguel’in aşağısındaki Santa Maria adasına sadece 160 mil uzaktayız. Kaptan görümcemin bizden haber alamadığı için yeniden hastalanmasından korkuyor, yorulduk, bıktık, bari geri dönüp Santa Maria’da durum değerlendirmesi yapalım, telefonla haber verelim diye düşünüyor. Ben bir türlü ilerleyemediğimiz için çok geriliyorum, daralıyorum, surat asıyorun. Benim gerginliğim Kaptan’ı da geriyor haliyle, sanki gidemememiz onun suçuymuş gibi. Beni uçağa bindirip göndermeyi teklif ediyor, hayır demiyorum(nasıl olsa yapamaz). O adaya doğru yönümüzü çeviriyoruz. Biz bu kararla Santa Maria’ya doğru birkaç saatlik yelken seyri yapıyoruz.
Murphy yine kendini gösteriyor, Neptün’le anlaşıp bir hafta canımıza okuduktan sonra tam da biz geri dönmeye karar vermişken, rüzgar kuzeyli esmeye başlıyor. Hemen tremolamızı atarak burnumuzu (nihayet!) Portekiz’e doğru çevirip, iskele kontradan aldığımız rüzgarla, güzel bir geniş apaz seyri yapıyoruz.

20 Temmuz:
Pozisyon:
34.47.500N, 22.10.77W
Günler sonra ilk defa güzel bir gece geçirdik, fırtınada kaybettiğimiz milleri biraz geri kazanıyoruz. Kah uyu, kah uyan, radar alarm açık. İkimizin de uyukladığı anlardan birinde kocaman bir geminin bizi geçip gittiğini gördük. Denizde küçük olaylar bile eğlenceli olabiliyor, mesela yüzen objeler, sağda solda görünen deniz anaları, balıklar vs. Dünyada senden başka birilerinin daha var olduğunu anımsatan şeyler. Yüzen objeler bazen yanıltıcı olabiliyor, bugün bir kocaman bir balon usturmaça gördük, önce yüzen kocaman bir can salı zannettik, yanına gittiğimizde baktık işe yarar bir şey, üşenmeden sağından solundan geçip kancayla tekneye almayı başardık. Daha önce de Azor’a gelirken bir tane balon usturmaça bulmuştuk. Haaa kolay sanılmasın, kocaman tekneyle yüzen minik bir cismin yanında manevra yapmak, bir de kancaya takmak, ama eğlenceli vakit geçiriliyor, günün olayı oluyor. Kısa günün karı diye seviniyoruzJ

21 Temmuz:
Pozisyon:
34.51.442N, 21.18.470W
Rüzgar kaldı. Teknedeki tangır tungurtuyu önlemek için heave-todayız. Bütün gün bir o yana bir bu yana sallandık durduk. Neyse ki akşamüstü rüzgar çıktı, yelken bastık. Ama yine doğu-güneydoğudan, bizi rezil etti, bir kuzeye bir güneye mekik dokuyoruz sanki ve bir gram ilerleyemiyoruz! Azcık kuzeye çıkabilmek için yaptığımız maymunluklarda bu sefer de batıya gidiyoruz, iki arada bir derede kıvranıyoruz, aşağı tükürsen güney, yukarı tükürsen batı!!!!

22 Temmuz:
Pozisyon:35.17.302N, 20.56.790W
Nihayet güzel bir yelken günü. Biz galiba taktik hatası yapmışız, doğu rüzgarları varken çıkmamamız gerekirdi, uygun rüzgarda direk Portekiz’e doğru gidip ticaret rüzgarlarının kuzeyden gelen bölümünü yakalamalıydık. Portekiz kıyısından da direk güneye sıkıntısız inebilirdik…Eh insan öğreniyor. Böyle Cebelitarık’a doğru gitme amacıyla güney doğu yapmaya çalışınca aralarda kaldık.

23 Temmuz:
Pozisyon: 35.32.443N, 19.39.174
Rüzgarsız bir gün. Yine teknemizin çevresinde bizimle yolculuk eden balıklardan avladık. Önce bir tane yakaladık, küçük diye attık suya, sonra daha büyüğünü yakaladık, keyifli oldu, günler sonra güzel bir yemek. Güneşli güzel bir tatil günü gibiydi, tabii yelken için değilJ Bizim azimli kaptan yine motor çalıştırmamakta ısrarlı. Havanın güzelliğinden yararlanıp bu kez gönüllü olarak okyanusta yüzme hevesine kapılan kaptan, ancak yarı beline kadar inebildi merdivenden, su buz gibi, kös kös geri çıkarak beni kendine epeyce güldürdü.:)

24 Temmuz:
Pozisyon
: 35.46.929N, 19.08.273W
Gece çok hafif bir rüzgar çıktı, ama yelkeni şişirmeye yetmez, otopilotu da kapattık, bu kez ilk defa doğuya doğru sürüklendik(doğru yön!!). Sabah rüzgar canlanınca ana yelkeni de açıp güzel yol yapıyoruz. Böyle günler keyifli oluyor, ekmek ve fındıklı kek yaptık, bir de nefis patlıcan yemeği. Allah düdüklüyü icat edenden razı olsun, 5 dakikada hazır ediyor yemekleri.


25 Temmuz:
Pozisyon: 36.01.976N, 18.15.578W
Oh be, nihayet Cebelitarık’ın olduğu enleme çıkabildik. Akşama kadar güzel yelken yaptık. Akşam rüzgar kalınca kaptan sağolsun beni kırmadı, biraz motor çalıştırmaya karar verdik, zaman kazanalım istiyoruz, yola çıkalı 10 günü geçti, evdekiler merak etmeye başlarlar. 2 saat motor seyrinden sonra gürültüye daha fazla katlanamıyoruz, motoru durdurup rüzgarı bekliyoruz.

26 Temmuz:
Pozisyon:
36.38.516N,16.11.842W
Rüzgar doğru yönden esiyor, ama kaptanın deyimiyle ‘acı verecek kadar yavaş’. Böyle yavaş esmesi hoş olmuyor, teknede acaip gürültü çıkıyor. Yelken yaparken tekne bir tarafa yaslanıp gittiği için böyle sallan yuvarlan olmuyor genelde, ama rüzgar az(veya yok) bir de kocaman soluganlar varsa bir o yana bir bu yana sallanıyoruz, üstüne de her çeşit alet edevattan kendine göre bir ses çıkıyor, insanı uykusuz bırakan bir orkestra. Rüzgar olmayınca akülerin şarjı hızlı tükeniyor, özellikle buzdolabı bütün enerjiyi çekiyor. Kaptan 2 tane kocaman balık görmüş bugün, köpek balığı sanmış ama sanırım ton balığı gibi başka bir balık. Bizim ufak balıklar bir gayret yüzmeye devam ediyorlar tekneyle beraber. Yunuslar geldiğinde de çok akıllı davranıp neredeyse tekneye yapışıp gidiyorlar, çünkü yunuslar o kadar dibimize giremiyorlar.

Bu sabah elimde çay kupaları ile çok komik bir şekilde düştüm. İki elim dolu olduğu için tutunamıyordum, tekne biraz yalpalayınca bir anda adımım hesapladığım yere gitmedi, bende küt diye yere oturup kaldım, elimde de bardaklar, hala dökmemeye çalışıyorum. İnsan hakikaten böyle basit şeylerden bile yaralanabilir, bardakları tek tek götürmem ve elimin biriyle tutunmam lazımdı her koşulda.
Güne böyle başladık ama sonrasında güzel bir rüzgarla Cebelitarık’a doğru güzel yelken yapabildik. Gece rüzgar azaldı, ne olur ne olmaz diye ana yelkene bir camadan vurduk(Ben bu konuda çok ısrarlıyım, havanın ani değişimlerinde gecenin karanlığında ana yelken üzerinde bir işlem yapmaya çalışmak çok zor, biri feneri tutacak, iskotayı ve bumbayı ayarlayacak, öteki direkte küçült, kapat vs, hiç kolay olmuyor-tecrübelerimizden biliyoruz:))En az riskle yolculuk etmek bizim için ilk sırada geliyor.

27 Temmuz:
Pozisyon:
36.21.594N, 14.45.100W
Gece boyu rüzgar döndü durdu. Gün boyu güzel yol yaptık. Her gün hava faxını alıp, endişelenecek bir şeyler bulmaya devam ediyorum. Beni bir süre oyalıyor, ama bu kadar çok konsantre olmama kaptan biraz kızıyor. Birkaç gündür yaklaşan soğuk cepheler var, yarınki hava haritasında iki soğuk cephe arasında kalacağımızı görüyorum, sert havalar göreceğiz demek ki, ama DediğimDedikKaptan benim fazla endişeli ve malzemeci olduğumu söylüyor. Adım çıktı malzemecibaşına! Bakalım ak-kara yarın belli olur..

28 Temmuz:
Pozisyon: 36.26.353N, 12.50.433W
Dün gece hava bozmaya başladı. Yelkene zaten bir camadan vuruluydu, havuzluğun köşesine oturup suratımı asınca kaptan ikinci camadanı da vurmak zorunda kaldıJ Böyle durumlarda işe yarayan bir taktik, teknede iki kişi olunca birinin surat asması hiç çekilmez oluyor. Bizim Kaptan da az inatçı değildir ha, otopilot bir sağa bir sola kaçan tekneyi tutmaya çalışmaktan ısınmasaydı benim daha uzun bir süre asık suratla oturmam gerekebilirdiJ Bu hava raporlarını almak iyi oldu diyorum ama öte yandan bana gerçekten çok malzeme çıkıyor, fırtına ha geldi gelecek diye endişeden mide ağrısı çekiyorum zaman zaman. Bermuda’ya gelirken yediğimiz fırtınalar bunlardan kat be kat fazla idi, ama o zaman pek bir şey anlamıyor, ‘bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete’ fikriyle gık diyemiyordum, sadece ilk uçakla Türkiye’ye dönmeyi düşünüyordumJ Yattığım yerden korkuyla pencereden bakarken gördüğüm üzerimize doğru gelen kocaman dağlar hala gözümün önünde, kafamı korkuyla batteniyenin altına sokup, güüüüm diye bir sesle dalga bordamızda kırılırken kaptana içimden bildiğim bütün küfürleri az saymadım. Fırtınada teknenin içinde olmak gerçekten tarifi kolay bir şey değil. Bir dergide bir yazı okumuştuk: İnsan iki yerde Tanrı’ya inanmıyorum diyemez; biri dişçi koltuğunda, öteki de açık denizde fırtınada. Yalan değil:) Bermuda’ya giderken atlattığımız fırtınaların birinde salonda karşılıklı yattığımız yerden (seyir sırasında ön kamarayı kullanmıyoruz, salondaki yataklar daha uygun, hem bir gözü dışarıda olabiliyor insanın, hem de havuzluktaki kişi çağırsa duyabiliyor) kah üstümüzden gelen, kah bir sağdan bir soldan bizi yumruklayan dalgaları sayarken (üstelik yattığın yerde bile sürekli tutunacaksın, tam anlamıyla sertçe sallanan bir beşik gibi), gelen bir dalga tam da kaptanın yattığı sancak bordadan güüüüm diye yumruk sallayınca, kaptan anam diyemeden hemen yanı başındaki kapalı masaya öyle bir savrularak çenesini vurdu ki, çenesinin altında minik bir yarık açıldı, siz tahmin edin şiddetini!

Gündüz camadanlı yelkenle oldukça hızlı yol yapıyoruz, öğleden sonra dalgalar biraz küçülünce ana yelkeni birkaç saatliğine de olsa açabildik.

29 Temmuz:
Pozisyon: 36.15.757N, 10.58.390W
Geceleyin rüzgar kuvettli esti, genovayı da küçültmek zorunda kaldık. Buna rağmen güzel yol geldik. Her tarafta pamuk helva gibi bulutlar. Dalgalar giderek büyüyor. Bir ara heave-to yapmak zorunda kaldık, ama minicik genovayla ve iki camadanlı ana yelkenle sallana sallana yola devam ediyoruz. Cebelitarık’a yaklaştıkça gemi trafiği artmaya başladı.
Bu rüzgarlar herhalde ticaret rüzgarlarının devamı(Portuguese trade winds), kuzeyden güneye esiyor, ama her zaman böyle sert mi esiyor acaba??

30 Temmuz:
Pozisyon:36.03.676N, 09.20.273W
Rüzgar hız kesmeden esiyor, dalgalar kocaman.Gündüz yalpalaya yalpalaya yol aldıktan sonra akşamüstü her şeyi kapattık, minicik genovayla devam. Heave-to yapmaya çalışırken bir anda gelen bir dalga bizi aniden yan yatırdı, küpeştenin sulara değdiğini görünce çığlığı bastım. Kaptan dümende düşmeden durabildi, ama dalganın üzerimize boşalttığı suyla sırılsıklam oldu. Rüzgarın kuvvetinden tekne heave-to’da bile duramıyor, biz de minicik genovayla yola devam ediyoruz. Hava berbat, koca koca dalgalar sağdan soldan yumruk atıyor yine. Geçenlerde bir kitapta kırılan dalgaların tehlikeli olduğunu okumam hiç iyi olmadı, şimdi sürekli gözüm üstlerinde, kırılıyor mu kırılmıyor mu, sakata gelmeyelim?

31 Temmuz:
Pozisyon: 36.02.644N, 07.39.331W
Fırtına yavaşladı, güzel güzel gidiyoruz. Bizim kaptan dün, gecenin bir yarısı camadanlı yelkeni açacağım diye tutturdu, hiç açtırır mıyım, yapıştım paçalarına, engel oldum. Hiç gece gece ana yelken açılır mı? Akıl var mantık var….(... korkusu da var:P)

Bugünkü ‘zihni sinir procemiz’ İspanya bayrağı yapmak. Açıklayayım: Bu bayraklar Amerika’da acaip pahalı satılıyor, benim de aklıma gelmemiş Türkiye’den giderken almak veya kumaştan dikmek. Başka zaman olmadık şeylere para harcanır ama bazen böyle basit bir şeyde ekonomi yapası gelir insanınJ Bir de Akdeniz’de nereye uğrayıp uğramayacağımız belli değil, o yüzden Azorlar’dan biraz kumaş ve spray boyalar aldık, sanırım Sadun Boro ve eşi Oda’nın da buna benzer bir şekilde bayraklarını yaptıklarını okumuştuk. Nereye gidersek oranın bayrağını yapacağız idareten, zaten başka yerlerde bizim Türkler kadar bayrağa önem vermiyorlar. Adamlar kağıttan bile yapıp asıyor(Bizimkiler bayrak solgun olursa değiştirmeni istiyorlar) Neyse, elimizde kocaman bir kumaş (bulabildiğimiz tek renk kumaş kalın bir mutfak peçetesiydi), aklımıza gelmedi eski bir çarşaf vs ince birşeyden yapmak. Kaptan elinde spray boya, sıkıyor da sıkıyor ama kumaş o kadar kalın ki boyanana kadar nerdeyse bir kutu boya bitiyor. Koku dersen insanı öldürebilir, rüzgarda yapmak zor, boya kumaştan başka heryere uçuyor, havuzlukta sprayhoodun korumasında zehirlenmemeye çalışarak İspanya bayrağı boyanıyor. Kuruması için vardavelaya asıyoruz. Artık rahatlıkla İspanya kıyılarına gidebiliriz:)

Cebelitarık'a yaklaşınca, nerede duracağımıza karar vermekte zorlanıyoruz, Kaptan’a kalsa hiç durmadan devam edip boğazı geçecek. Ama navigator benim, ben ne dersem o olur:)
şaka bir yana, okuduğumuz yazılarda ve klavuzlarda boğazı geçerken akıntı saatleri ve rüzgarın uygun olması gerektiği vurgulanıyor. En iyisi boğaz girişindeki Tarifa kentinde demirleyelim, sonrasında havaya göre karar veririz diyerek hedefimizi belirliyoruz.
Gece yarı uyuklayarak geçiyor, vızır vızır gemi trafiğinde her an tetikteyiz.

1 Ağustos:
Pozisyon: 36.01.243N, 06.00.709W
Kara göründü !! Telefonlar çekmeye başladı, evdekilerle haberleştik, herkes iyi. Tarifa'ya yöneldiğimiz sırada, geçen gemilerden biri dikkatimizi çekiyor. Kaptan, geminin tipinden Türk gemisi olabilir diye tahmin ediyor, dürbünle bakınca isminin Atasoylar olduğunu görüp VHF’ten Türkçe çağrı yapıyor. Geminin kaptanıyla bir süre sohbet ediyoruz, bize ‘Hoşgeldiniz’ diyince kendimizi Türkiye’ye gelmiş gibi hissediyoruz.
Boğaza yaklaşırken, Kaptan’ın gözü derinlikölçerde. 490 feet, 480, 450, ….290, hoop sancak alabanda, neymiş, çok hızla azalıyormuş derinlik, mutlaka tehlikeli bir şey var buralarda! Eh be adam, 290 feet yani 90 metreye yakın derinlik, ne olabilir ki! Onun paranoyası da karaya oturmak, koskoca Cebelitarık Boğazı bile yeterince derin değil! Ee Florida’da yaşadıklarımızdan sonra normal..
Tarifa’ya yaklaşıyoruz, ama burada gümrük vs var mı bilmiyoruz, Maxsea’de fazla detay yok, Manfred’in kitabından aldığımız krokiye göre limana giriyoruz, dikkatlice bakmamıza rağmen gümrüğe benzer bir yer göremiyoruz, daha çok balıkçıların olduğu, aynı zamanda Tanca-Tarifa arasında işleyen feribotların kalkış limanı burası. Rıhtım çok yüksek, kocaman balıkçı tekneleri heryeri işgal etmiş, bağlanmaya müsait bir yer göremeyince tekrar dışarı çıkıyoruz. Limanın hemen dış tarafında iki teknenin demirde olduklarını görüp, biz de oraya demir atıyoruz (36.00.376N, 05.36.398W). Sarı bayrağımız gurcatada sallanmakta, İspanya bayrağımız ise kolalı gibi sert, dimdik duruyor, hiç kımıldamıyor :). Yandaki teknedeki İngilizcesi hayli kıt Polonyalı el kol işaretleriyle sarı bayrağı indirip cebimize koymamızı söylüyor. Anlaşılan buralarda popüler bir yöntem, hemen uyguluyoruz, sarı bayrak iniyor, Kaptan etrafa bakıp hiç bir şey olmamış gibi ıslık çalıyor:)
Oh be koskoca Atlantik Okyanusu’nu arkamızda bıraktık. Bizim balıkların kafası karıştı, grup halinde bir sağabir sola kaçışıyorlar, en sonunda bizi terk ederek demirdeki katamarana doğru gittiler. Balıklar da biliyor ağzının tadını!

Sunday, October 25, 2009

7-12 Temmuz Sao Miguel Adasi

Horta günleri bizim için gerçekten dinlendirici oldu. Bol bol internete bağlanıp kızımla konuşabildim, herkesle haberleştik, resimler yolladık. Kızım da Google Earth’ten olduğumuz yeri takip ediyor, internetten Horta resimlerine bakıyor. Tabii ne zaman Akdeniz’e geleceğimizi soruyor. Çocuk ne bilsin, sanıyor ki Akdeniz’e geldik mi aha şurası iki adım yer, hemen eve geleceğiz:) Denizde en kötü şey zaman baskısı herhalde, insanın bir yere yetişmesi gerekiyor gibi hissetmesi ve geç kalmışlık duygusu fazladan gerginlik kaynağı.

Faial’da adanın diğer taraflarına gidip gezemedik, ama belediye otobüsüyle gezilebiliyor istenirse. Her yerde balina izleme turları satan ofisler var. Meğerse Azorlar balinaların çok sevdikleri bir yermiş. Eskiden balina avlama tekneleri filan meşhurmuş, tabii doğanın canına okumuşlar, şimdi artık yasak, sadece izlemeye gidilebiliyor. Bir sürü sürat motoruna doluşan can yelekli insanlar uçarcasına bir noktaya doğru gidip bakıp geliyorlar. Adalarda scrimshaw denilen balina dişi üzerine resim yapma sanatı da meşhur, aynı zamanda çok da pahalı.
Adada havaalanı var, Avrupa’dan düzenli uçuşlar bulunabilir. Tourism Information ofisinden aldığımız broşürleri inceleyip diğer adaların şahane resimlerini görünce, Horta için bu kadar yeter deyip, bir an önce Sao Miguel adasına kendimizi atmak istiyoruz. Çok güzel resimler koymuşlar, yemyeşil krater gölleri, termal sular, kuyu kebabı gibi yere gömülüp pişirilen etler vs. Internetten aratılırsa (Horta, Sao Miguel, Azores) güzel resimler görülebilir, biz burada fazla resim ekleyemedik.
Bu arada yola çıkmadan Manfred’in Jimmy Cornell kitabından Cebelitarık geçişi ile ilgili sayfaların resimlerini çektik, rota bilgilerini derledik. Horta’da tekne ile ilgili yedek parçalar satan bir dükkan var, Bermuda’da malzeme bulmakta sıkıntı çekince, bu küçücük yerde böyle çok çeşitli ve zor bulunur ıvır zıvır parçalar olması sevindirmişti bizi, aklınıza gelebilecek binbir çeşit malzeme var, otopilot için 2 yedek kayış ve birkaç ufak tefek şey almayı ihmal etmedik. Harita, bilgiler, hava faksı tamam, artık tecrübeli de olduk ya, Sao Miguel’de bir süre kalıp oradan Cebelitarık’a doğru dümen tutacağız.



Horta'dan Pico Adası ve volkan manzarası

6 Temmuz’da öğleden sonra 1430 gibi çıkış yapıyoruz. Faial’ın hemen karşısında Pico adası var, adada kocaman bir yanardağ, 2351 metre yüksekliğinde, en son 1963’te faaliyete geçmiş. Limandan çıkar çıkmaz ana yelkeni ve genovayı açıyoruz. İki ada arası tünel etkisi, iyi esiyor, oldukça hızlı yol alıyoruz. Ama çok uzun sürmüyor, akşam 1830 gibi adanın rüzgaraltına giriyoruz, rüzgar kalıyor. Gece rüzgar azcık ordan azcık buradan ama çok anlamsız esiyor.

7 Temmuz:
Pozisyon
: 38.10.031N, 28.10.332W
Pico adası hala iskele bordamızda, bir saat kadar motor çalıştırdıktan sonra boş veriyoruz. Aceleye gerek yok, rüzgar çıkınca gideriz. Nitekim, adayı biraz kurtarınca öğleden sonra rüzgar biraz daha güzelleşiyor. Tıngır mıngır yola devam. Gece rüzgar yine kalıyor, biz de yelkenleri indirip bir güzel uyku çekiyoruz(tek göz açık tilki uykusu)

8 Temmuz:
Pozisyon: 38.06.255N, 27.32.950W
Sabaha karşı rüzgar yelken açmaya müsait oluyor, bütün gün çok güzel yelken yapıyoruz.
Gece 21.40 Sao Miguel’in fener ışıkları görünüyor, ama biz gece gece limana varmak istemediğimiz için ana yelkeni kapatıp, genovayı da küçültüp yavaşlıyoruz.

9 Temmuz:
Pozisyon:
37.40.921N, 26.09.054W
Nedense bir türlü hız işini ayarlayamadıkJ Gece varmayalım, kıyıya da yakın olmayalım diye yelkeni kapattık, ama fazla yavaşlamışız, öğleye doğru 10.30 gibi ancak varabildik limana. Liman girişinde biraz gerildik, optimistlere kurs varmış, ama tam limanın ağzında çalışıyorlar, teknesini kontrol edemeyen çocuklardan biri bize doğru gelerek(bu arada kaptan tam yol tornistan yaparak durdu) iskele baş omuzluğumdan bize hafifçe dokundu, benim yüreğim ağzıma geldi tabii, çocuğa bir şey olacak diye, ama o birkaç kere ‘sorry sorry’ diyip utanmış ve suçlu bir suratla toparlanıp uzaklaştı. Sanki kursu yapacak başka yer yok gibi, teknelerin girip çıktığı işlek bir limanda, 10 metre ötemizde mendireğin kayaları, hiç mantıklı gelmedi bize. Marina ofisinin olduğu rıhtıma bağlandıktan sonra, optimistçi minikleri izlerken, arkasında iki çocuk olan ve hızla gelen bir jet ski, optimistçilere eşlik eden güvenlik botuna doğru geldi, botun çok yakınında ani bir dönüşle onlara bolca su sıçrattı, kakara kikiri gülmeler ve çığlıklardan bunların arkadaş olduklarını çıkardık. Bizim Amerikalı kaptan bu olayı çok emniyetsiz, gereksiz ve tehlikeli buldu, marina ofisine girerken ‘Türkiye’ye gelmiş gibi olduk’ diyerek epeyce söylendi.
Sao Miguel’in Ponta Delgada limanına girerken ki izlenimlerimiz maalesef Horta gibi olumlu olmadı, çok ticari görünüyor. Burası Azor adalarının en büyüğü ve nüfus yoğunluğunun en çok olduğu yer. Daha detaylı bilgiler ve resimler şu adreste var: http://www.destinazores.com/en/index.php?region_id=1

Sao Miguel’de de giriş işlemlerimiz kolay ve beklemeden hallediliyor. Gümrük ve polis marina ofisinin olduğu binada. Bizdeki gibi sıhhiyeye gitmek vs gereksiz bürokrasi ile uğraşılmıyor, adamlar son derece kibar ve işlerinin ehli. Sorduğun bir sorunun kesinlikle mantıklı bir cevabı bulunuyor (İster istemez insan devletimin memurunu düşünüyor!). Bize marinanın yeni açılan bölümünde yer verdiler, eski marinanın güneybatısında olan yeni bölüm, google'daki görüntüler eski olduğu için boş görünüyor. Yerimize bağlandıktan bir süre sonra gelen yaşlı Fransız kaptan bizi epey güldürdü. 36 foot teknesiyle aynı araba sürüyormuş edasıyla hızlı bir şekilde geldi, keskin bir dönüşle yanımızdaki pontona girip, karısının çığlıkları eşliğinde yine oldukça hızlı bir şekilde teknenin başını jettye büyük bir gürültüyle vurdu ve durdu. O zaman neden teknelerinin her tarafında(burun dahil) pek çok usturmaça olduğunu anladık:)
O günlerde marinanın yeni bölümünün resmi açılışıymış, orada kaldığımız sürede akşamları eğlenceler düzenlendi, gece 2-3lere kadar kulağımızın dibinde bangır bangır müzikler çalındı. İllallah ettik yani:) Bir de dini açıdan önemli bir günleri varmış galiba, şehrin göbeğindeki meydanda kocaman bir kral tacı, ışıklı filan(İsa’nın tacı), süslemeler, ışıklar. Biraz parti havası vardı yani. Zaten Azorlar turizm amaçlı olarak da böyle etkinlikler düzenliyorlar, özel kıyafetlerle resmi geçitler vs. Bu dini seremoniler için uçakla taaa nerelerden geliyormuş insanlar.
Yeni marina fazla dolu değildi, acaip kuş istilasında bir yer, nasıl mücadele ederler bilmem, boş pontonlarda binlerce kuş oturuyor akşamları, her yer kuş pisliği. Ama güzel inşa edilmiş, hakkını yememek lazım.
Marinada yerimize bağlandıktan sonra adet olduğu üzere hemen kendimize bir market aradık. Burası büyükşehir olduğu için manav market bol. Bir markette gezerken benden biraz uzakta olan kaptana ‘bu tarafa gelmiyor musun’ diye seslenmiştim. O sırada baktım 2 kişi bana bakıyor, sonra yanıma geldiler, gayet çekingen bir şekilde ‘Afedersiniz siz Türkçe mi konuşuyor musunuz’ dediler. Ben de(‘Aaa adam ne güzel Türkçe konuştu diye düşünüp) evet Türkçe biliyorum diye yavaş ve anlaşılır bir şekilde tane tane cevap verdim:) Nerden bileyim Türk olduklarını! Bir yerden çat pat Türkçe öğrenmiş Portekizliler sanmıştım:) Meğerse limanda gördüğümüz ve Türk gemisi olabileceğinden şüphelendiğimiz(hatta gidip soracaktık daha sonra) Panama bayraklı ELA gemisinin Kaptanı Alper ve Çarkçıbaşı Abdullah imiş, tanıştık, memleketten o kadar uzakta Türklerle karşılaşmak sanki akrabalarımızı görmüş gibi bizi sevindirdi(abartmıyorum). Bizi gemiye davet ettiler, ertesi gün uğrama sözü verip ayrıldık.

10 Temmuz: Yine alışverişe gittik, burada gayet modern ve büyük bir alışveriş merkezi varmış, oraya gittik. Her şey bulunuyor, fiyatlar da makul. Öğleyin Ela gemisini ziyarete gittik, ufak tonajlı bir gemi, bize çok misafirperver davrandılar, cesaretimiz için tebrik ettiler. Maceralarımızı paylaşıp Akdeniz için biraz fikir alışverişi yaparken, geminin yüklemesi tamamlandı, vedalaşıp ayrıldık, palamarları çözerlerken el salladık. Ayrılırken zorla elimize tutuşturdukları poşetten sucuk, turşu, Türk kahvesi gibi şeyler ve iki karton sigara çıktı(sigara kullanmadığımız halde daha önce lafı geçtiği için, yol üzerinde Tunus’a uğrarsak görevlilere rüşvet vermemiz gerekebilir diye düşünmüşler).

11 Temmuz: Adada gezmek istiyoruz, yine bir turizm bürosuna gidip bilgi aldık. Burada her yere belediye otobüsleri ile ulaşmak mümkün. Hem tur atmış oluruz, hem de resimlerde görülen enfes manzaralı krater gölünü görelim diye otobüsle gideceğiz. Otobüslerin kalktığı yer limanın çok yakınında, turizm bürosundan aldığımız bilgiyle bineceğimiz otobüsü buluyoruz ve adanın kuzeyindeki yerleşim merkezi Ribeira Grande’ye doğru yola çıkıyoruz. Ada gerçekten çok yeşil ve güzel, heryerde yemyeşil uzanan tarlalar, inekler, atlar, otantik evler, hoşumuza gidiyor. Krater gölünün olduğu yere yaklaştğımıza karar verince otobüsten iniyoruz, ama göllerin olduğu yere gitmek için çok yürümemiz gerektiğini fark edip, zamanımız da az olduğu için Ribeira Grande’nin sokaklarında gezmeyi tercih ediyoruz. Denize doğru inen bir yol bulunca biraz resim çekmek için kumsala inmek istiyoruz. Ama gördüğümüz manzara bizi şok ediyor. Sokak bittikten sonra patika bir yoldan, gecekondu gibi evlerin arasından geçerekten, lağımlı dereden sakınarak kumsala iniyoruz. Çok rüzgarlı olan adanın bu yüzü hiç hoş görünmüyor. Dev dalgalar sürekli kumsalı ve kayalıkları dövüyor, havalanan kum ve su zerrecikleri bir sis bulutu gibi sahilin üstünde. Burası adanın çöplüğü sanki. Bu kadar pis olduğu halde güneşlenmeye çalışan birkaç genç var. Biz fotoğraf çekerken uzaylıymışız gibi bakıyorlar. Orada fazla kalmayıp sokaklara doğru çıkıyoruz, biraz gezindikten sonra otobüs durağına kendimizi atıp Ponta Delgada’ya dönüyoruz.
Bu hayal kırıklığından sonra daha fazla orada kalmak istemiyoruz, bir an önce hazırlıklarımızı tamamlayıp Cebelitarık’a doğru yelken açmayı istiyoruz. Akşam pek de yakın olmayan markete birkaç sefer yapıp, ayaklarımıza kara sular inse de eksiklerimiz tamamlıyoruz. Yakınlardaki bir cafede internetten hava durumuna bakıyoruz, birkaç gün doğu rüzgarları gösteriyor, ama fırtına yok, biz de o birkaç günü zigzag yaparak atlatır, rüzgar düzelince de tıngır mıngır gideriz diye düşünüyoruz.
Marinayla hesabımızı kesip ertesi güne yola çıkmaya niyetleniyoruz. Bu sırada köpeğiyle yürüyen George ile tanışıyoruz, Azor’a has bir tür olan Pablo beni korkutuyor, ama Kaptan’ın arası köpeklerle iyidir, Pablo ile hemen samimi oluyor. George’la biraz muhabbet edince, marina kompleksinde tekne parçaları satan(kullanılmışlar da varmış) bir dükkandan bahsediyor, bizim rüzgar dümenimiz olmadığını görünce orada çıkma rüzgar dümeni olduğunu söylüyor. Yola hazırlık sırasında rüzgar dümeni alıp almamak konusunda düşünmüş, sonradan sadece Atlantik geçmek için o paraya değmediğine karar vermiştik. Çünkü bir kere Türkiye’ye vardık mı, öyle uzak yerlere gitmeyip günlük yelkene çıkmayı planlıyorduk, otopilot da bu iş için biçilmiş kaftan(bir tane de yedek otopilotumuz var, kutusunda sıfır). Kaptan yine de bir uğramak ve bakmak istiyor, belki fiyatı uygunsa alabiliriz. Atlattığımız fırtınalarda otopilot tekneyi tutamadığı için çoğuz zaman heave-to yapmak zorunda kalmıştık, rüzgar dümeni böyle havalarda verimli çalışıyormuş. Marinadan da hesabımızı kesmiştik, sabah dükkana uğrayıp, sonra yola çıkma niyetiyle yatıyoruz. Önümüzde 960 mile yakın yeni bir etap var.







Ponta Delgada'da lüx markalarıyla modern bir alışveriş merkezi, eski bir balina avlama teknesini süsü yapmışlar. Varsa yoksa balina!





Kaptan Pablo ile çok çabuk samimi oluyor:)


Ponta Delgada sokakları


Gemi rıhtımından marinanın görünüşü


Gemilerin olduğu yerden marinaya doğru bakış


Ela gemisine ziyaret, Kaptan çarkçıbaşı ile sohbette


Limanda bulunan S.Bras Kalesi


S.Bras Kalesi'ndeki asker büyük bir ciddiyetle nöbet tutuyor


Marina açılışını ve eğlenceleri duyuran afiş

Dini tören için meydana taşınan taç

Marinanın yeni bölümü, görünen yuvarlak topun içinde sinema ve müzik yayını yapıldı


Kaptan modern alışveriş merkezinde, burada herşeyde balina teması var, balina resmi, teknesi kuyruğu vs.


Nefis meyveler aldığımız manav

Başka bir sokak, her sokakta farklı bir dizayn

Yine bir sokak:)


İkinci Kaptan Portekizli kızlara özeniyor:P


Tipik sokak görüntüsü

Friday, October 23, 2009

1-6 Temmuz Horta'ya karışık bol resimli anlatı


Kaptan bu demirden bizim tekneye de yaptırmak istiyor:)



Marinadan Horta'ya bakış



İkinci Kaptan Marina önünde



Adımızı duvarlara yazmadan gitmek olmaz:)



Kaptan bizden önce buradan geçen Türklerin logolarını yeniden boyamakta.

Biz Horta’yı çok sevdik. Bermuda’da yaşadığımız hayal kırıklığından sonra, hele 29 gün kara yüzü görmeden geçen günlerden sonra ilaç gibi geldi. Azor adaları Portekiz’e ait. Bu Portekiz’liler zamanında ne biçim sömürgecilermiş, elleri kolları her bi yana uzanmış, ne kadar güzel yer, maddi kaynak varsa sömürmüşler, elmas, altın vs bulamadıklarını vergiye tabii tutmuşlar, milletin canına okumuşlar. Yolculukta okuduğum Jose Saramago’nun Manastır Güncesi kitabında o zamanları eğlenceli bir dille anlatıyor. Uzatmayayım, sömürmüşler zamanında ama şimdiki yönetim gerçekten güzel bakıyor adalara. Horta belediyesi çok çalışkan, sokaklar tertemiz, liman çevrsinde kıyı boyunca belli noktalarda bedava wi-fi bağlantısı sağlamışlar. Adanın toprakları acaip verimli, yağış sıkıntısı da yok, o yüzden heryer yemyeşil. Bir tane göze batacak çirkin bina görmedik, çoğu eski binalar, yenileri de aynı şekilde inşa edilmiş, renkli, göze hoş geliyor. Dar sokaklar çoğunlukla kaldırım taşı döşeli.


Horta’da büyükçe bir market var(Modelo). Pek çok tarım ürünü yetişiyor, çok bereketli bir toprağı var, markette ayrıca İspanya veya Portekiz’den (anavatan diyorlar) gelen ürünler ve adalardan gelen yöresel ve çoook lezzetli meyve sebze, peynir, şarap vs bulunuyor. Buradan aldığımız sebze ve meyvelerin, özellikle domateslerin ve kavuların tadı hala damağımızda. Azor’un inekleri de meşhur, marina bekçisinin karısından 1 şişe süt almıştık deneme için, süt süt değil sanki kremaydı, hayatımızda öyle yoğurt yemediğimizi eklemek gerek. Yani Azorların taşı toprağı altın! Çeşmeden akan suyun tadı mineral su diye aldıklarımızdan daha lezzetli.

Kaldığımız sürece bol bol dinlendik, alışveriş yaptık. Marina tıklım tıklım dolu, ama fiyatlar uygun. Yakıt ve su bulunuyor. Marina’ya yakın yol üzerinde Peter’s Sport Cafe var, orada biraz dolar bozdurup euro aldık. Bankaları denemeye şansımız olmadı, sanırım biraz kur farkı vardır. Market yürüyüş mesafesinde, ama yol biraz yokuş. Sürüklenebilir pazar arabası(çanta) olmadığı için orta boy bir tekerlekli çantayla gittik her seferinde, ağır şeyleri buna koyup sürükledik. Bütün aramalarımıza rağmen bizim buralarda kolayca bulunan o pazar çantalarından bulamadık(teknede gerçekten lazım oluyor). İlk fırsatta edinmek lazım.
Liman görevlileri, bazı dükkanlarda çalışanlar gayet güzel İngilizce konuşuyor. İngilizce'nin işe yaramadığı durumlarda Kaptan'ın İtalyancası ile benim İspanyolca'yı karıştırıp, anlaşmaya çalışıyoruz. Eee ne de olsa benzer diller ya, elbette bir kelime tutar! Ama sonunda bu yöntem pek işe yaramıyor. Çünkü yazılışta çok benzemesine rağmen(alışveriş yaparken etiketleri okuyunca anlayabiliyorduk), telaffuz çok farklı, bir kelime bile anlayamıyoruz. Eğlenceli bir varsayımla iletişim çabalarımızı şimdilik bir kenara bırakıyoruz: Bizce bu Portekizce İspanyolcayı doğru dürüst konuşamayan ve ve kelimeleri tuhaf tuhaf telaffuz eden kekeme bir İspanyol'un marifeti :)


Marinada bulunan cafe, duş ve çamaşır yıkama yerleri, arkada Horta manzarasıyla beraber.
MAT10 teknesinin logosu...Ayrıca başka Türk denizcilerden TAY(Merdinler), Cumhur-Handan Gökova ve PIA teknesinin logosuna rastladık. Ne kadar az sayıda tekne değil mi:(

Horta'da belediye gerçekten çok iyi çalışıyor. Burası kocaman ve yepyeni kitaplarla dolu bir kütüphane. Bedava internet kullanabildiğimiz bir kaç bilgisayar da var. Horta'da internet konusunda sıkıntı çekmedik, birkaç internet cafe de var, fiyatlar daha uygun.


Horta sokakları eski binalar olduğu gibi korunmuş
Bolca bulunan kiliselerden biri
Horta sokakları genelde böyle daracık ve kaldırım taşlarıyla döşeli
Marinaya doğru uzanan yol boyunca belediyenin koyduğu 'hot spot'larda bedava wi-fi bağlantısı var.

Marinanın hemen yanındaki antik kale, volkanik taşlardan yapılma, çok iyi korunmuş


Marinadan genel görünüş

Marina duvarlarında ve zeminde 1 santimetrekare bile boş yer yok, her yer buraya uğrayan
denizcilerin bıraktıkları izlerle dolu
.
Duvarlardaki boyamalardan hoşumuza giden bir çalışma:)
Ne olursa olsun panik yok! :)

Horta'ya denizden bakış
Limana yaklaşırken genel görünüş

Bu arada Momo'dakilerle tanışıp teknemize davet ettik(http://www.sy-momo.de/wir/wireng.html) . 10 yıldır teknede yaşayıp, dünyayı dolaşıyorlar. Teknelerini ilk aldıkları zaman Türkiye'ye gelmişler, 2 yıl kadar Marmaris civarında kalmışlar, tekneyi elden geçirmişler. Sağolsunlar bize bedava MaxSea programı verdiler, ayrıca onlardan hava faksı alabilmek için bilgisayar ve SSB radyo alıcısından nasıl yararlanılacağını öğrendik. Aslında çok basitmiş ama bizim önceden bu konuda bir fikrimiz yoktu. Merak edenler için şu adreste bilgi var: http://www.jvcomm.de/index_e.html , bu programı bilgisayara kurup, iki ucu da kulaklık girişine uygun yapılmış bir kabloyla SSB alıcı radyonun kulaklık çıkışını PC'nin mikrofon girişine bağlıyoruz. Sonra tek yapılması gereken hangi bölgenin faxını istiyorsan ona göre hazırlanmış listeden bulup, saatinde belirtilen frekansı açmak ve sesin bilgisayarda görüntüye dönüşmesini izlemek. Şu teknoloji ne güzel şey:) Keşke daha önceden böyle birşeyden haberimiz olsaydı. Bakalım yolun geri kalanında yeni oyuncağım bana ne kadar endişelenecek malzeme çıkaracak:)
MaxSea de Cebelitarık ve Akdeniz'i geçerken çok işimize yarayacak.
Bir Alman'la daha tanıştık, bizi teknesinde spagetti yemeğe davet etti. Biz de biraz şakşuka götürdük, çok hoşuna gitti. Onlar genelde hep konserve etler vs yiyorlar. Makarnanın üzerinde konserveden(corned beef) yaptığı kıyma sosu bana ODTÜ kafeteryasındaki yiyemediğim etli yemekleri (ve bunlarla ilgili 2. Dünya savaşından kalma et stokları olduğu dedikodusunu) hatırlattı :) Eh, siz tahmin edin tadını. Ama akşamın en büyük gafı adam bize eşinin resmini gösterirken 'Hangisi eşiniz?' diye sormam oldu. Ne var bunda demeyin, gösterdiği resimde 2 kişi vardı, diğeri kendisiymiş!!!! Ama benim suçum değil, adam bana 30 yıl öncesinden uzun saçlı bir resim gösteriyor, üstelik de loş ışıkta! Manfred teknesini kendisi yapmış. Bu Almanlar ne acaip millet ya...Adamın teknesi tekne değil sanki tank. Kendisi kimyagermiş, tatil günleri ve boş zamanlarında hobi olarak inşa etmiş, emekliliğine kadar yavaş yavaş bitirmiş. Ama bütün malzemeler, en iyisi, en dayanıklısından, en en en....
Ona diğer Alman arkadaşlardan bahsettik, ama bu gavurlar birbirleriyle pek ilgilenmiyorlar. Oysa orda başka bir Türk teknesi olsa biz mutlaka tanışmak isterdik. Maalesef Akdeniz'de bile hiç Türk teknesi ile karşılaşmadık. Horta'dan bizden önce geçen Türklerin yaptığı logoların yıpranmış olanlarını boyadık. Kendi adımızı da marina duvarına parlak kırmızı Türk bayrağı eşliğinde yazmayı ihmal etmedik:)
Biraz da diğer adaları görmek için diye Horta'da daha fazla oyalanmadan 6 Temmuz'da yelken açmaya karar verdik. Taze yiyecek stoku yapmamiza gerek yok, cunku gitmeyi planladigimiz Sao Miguel adasi daha buyuk, orada fiyatlarin daha ucuz oldugunu soyledirler. Ama un, makarna gibi kuru gida stoklamayi ihmal etmedik.
6 Temmuz'da butun mazot ve su bidonlarimizi doldurup, ogleden sonra 1430 gibi yola ciktik.

Wednesday, October 21, 2009

21-30 Haziran 2008 sayılı mil çabuk geçer, land hooo!


Azor adalarından Faial'a varmak üzereyken


Rüzgar var, dalga yoksa, tekne sallanmıyorsa ve bayılmıyorsa
ikinci kaptan hiç şikayet etmez:)



Kaptanın mutlu yelken anlarından biri:)




Çok rüzgarsız bir günde uçsuz bucaksız uzanan okyanus



Seyir defteri tutsak da genel durum notlari disinda günlüge benzer birsey tutmamistik(keske tutsaymisiz) Ama inanin o mide bulantilariyla, firtinayla, sallantiyla ugrasirken, pozisyonu not almak bile cok zor. Birak duygularini filan yazmayi.

Mesela firtinadasin. Heave-to(favori pozisyonumuz:)), yatip bekliyorsun zaman gecsin diye. Gun icinde surekli pozisyon kontrolu var. Kaptan yataktan kalkar, kapak tahtalarini acar, disari cikar tutuna tutuna, GPS'i acar, bu arada ben de yataktan tirman yuvarlan iner, defteri el yordamiyla bulur, kaptan disardan pozisyonu soyler, ben not alirim. Suruklenmismiyiz, ne olmus bir durum degerlendirmesi yapar, yapacak birsey yok, yine yatariz. Gece ise daha da zor. Aslında bir el GPS'i de var ama kutusunda yepyeni, acil durum olursa diye yedek olarak aldık, o yüzden onu pek kullanmak istemiyoruz. Bir kaç kez gece şiddetli fırtınada dışarı çıkmak ve havuzluğa gidip GPS'ten bakmak zor göründüğünde onu açıp baktık. Öyle hep yatıyoruz sanılmasın, her yarım saatte bir kafamızı delikten çıkarıp etraftan gelen gemi var mı, yelkenlerde bir anormallik görünüyor mu mutlaka kontrol ediyoruz. Radar da bir hayli işe yarıyor, yattığın yerden kafanı kaldırıp bakınca bir cisim vs varsa görünüyor.


Bir de şu meşhur 'squall'lar var. Okyanus yolculuğundan önce 'White Squall' (http://www.imdb.com/title/tt0118158/) diye bir film izlemiştim ve bayağı moralim bozulmuştu, güzel havada giderken birdenbire oluşan bir sağanak(ya da havanın kaçık yapması mı denir) yüzünden bir eğitim teknesi batıyor, kaptanın eşiyle birkaç öğrenci hayatını kaybediyordu. Ne kadar tecrübeli de olsan kaçması zor bir olay! Eeee bizim gibi acemiysen düşüncesi bile çok ürkütücü. Bu squallerin radarda göründüğünü okumuştum bir yerlerde. Böyle şüpheli havalarda gözüm hep radarda, ha geldi gelecek benim öcü:) Kaptanı da kaç kez 'aha işte geliyor' diye yerinden zıplatmışlığım vardır. Biz hep tedbirli gitmeyi tercih ettik. Denizde yapılan planlar her zaman yüzde yüz uygulanamıyor, havaya ve şartlara göre yeniden şekil alıyor çoğu zaman. 'When you are in doubt...(reef) '(Şühelendiğin zaman camadan vur..ya da tedbir al) Bu Amerikan kuralı, ama Türk yelkencilerin başka fikirleri olabilir. Çünkü Türkiye'de can yeleği takmak vb. ayıp karşılandığı için, bu tür kurallar bizim sert denizciler tarafından yumuşaklık(!) olarak görülebilir. Okyanusun ortasında, civata somun alacak dükkan hemen köşebaşında olmadığı için elindeki malzemeyi kırmamaya çalışıyorsun. Bazen hazırlıksız yakalanıp, yelken açıkken açıkken havanın birden kaçık yaptığı bir iki durumu da hemen rüzgara dönüp yelkenleri küçülterek veya tamamen kapatarak atlattık.

Hep kötü şeylerden bahsedince sanki bütün yolculuk kötü geçmiş gibi görünmesin. Denizde olmak genel olarak güzel zaten, yakamozlar, ay ışığında yolculuk, gün batımları, şafak vakti güneşin doğuşu, sık sık ziyaretimize glen yunuslar, teknemizin dibinden ayrılmayıp binlerce mil bizimle yüzen balıklar...buna benzer pek çok güzelliği yol boyunca yaşadık, ama her dakika çiçekler böcekler diyerek yazmanın okuyucular için sıkıcı olacağını düşünüyoruz. Amacımız bu konuda bir fikri olmayan okuyucuların okyanus geçmenin dere geçmek gibi basit birşey olmadığını algılaması:)


-----



21 Haziran:

Pozisyon:36.41.240N, 40.45.538W



Gece rüzgarın azalmasıyla yelkenleri indirdik, 1 knot hızla batıya doğru sürükleniyoruz. Hiç hoşumuza gitmiyor bu durum, dişimizden tırnağımızdan arttırdığımız miller bozuk para gibi harcanıyor:(

Çok rüzgarsız bir gün, çok sık rastlamıyoruz böyle bir havaya. Deniz dümdüz. Herhalde artık Azor yüksek basınç alanının etkisine girmeye başladık. Böyle günleri genelde banyo, çamaşır gibi işlerle, varsa tamir işleri ile dolduruyoruz. Yani duş şu oluyor: teknenin üzerine otur, 1 kova su çek, deniz suyunda köpüren mentollü şampuanla yıkan, üşüme sesleri çıkart, deniz suyu ile durulan, üstüne bayanlar 1 litre erkekler 1 tas tatlı su ile durulan:) Mis gibi mentollü ve dimdik saçların oluyor, zaten resimlerde ve videolarda görülüyor herhalde. Saçımı da (isabetli bir kararla)sırf bu yolculuk için kısacık kestirmiştim, kaptan bazen beni asker arkadaşı sanıyor bu yüzden:) Şaka bir yana, biryerlerde okuduğumuz yazıya göre bir teknede uzun saçlı bir kadın varsa muhtemelen kısa süreliğine oradadır, uzunca bir süre denizde yaşayan için uzun saç zor, su sınırlı, öncelik hayatta kalmak, kozmetik en son akla geliyor.


Bu arada Herb'ü dinlemeye devam ediyoruz, ama çok kafa karıştırıcı. Bizim içinde bulunduğumuz 500 mil kare içindeki 3-4 teknenin hava tahminlerine göre kendi havamızı tahmin etmeye çalışıyoruz. Adam lafı geveledikçe bizim kaptan radyoyu denize atmak istiyor, zor elinden alıyorum. Neyse fırtınalı günler geride kaldı, şimdi rüzgar kovalamaya başlayacağız. Bu nedenle rotayı biraz daha kuzeye çeviriyoruz, artık yavaş yavaş Azor'a doğru çıkmalıyız.



22 Haziran:

Pozisyon: 37.04.529N, 39.33.800W


Gece rüzgar çıktı, ana yelkeni açtık, bri camadan vurduk, ne olur ne olmaz karanlıkta. Oldukça iyi gidiyoruz. Radarda bir gemi gördük, Mısır'lılarmış, VHF'ten sohbet ettik, radarlarında bizi görmüyorlarmış, reflektörümüz var ama böyle 'görünmez' olmak bizi biraz huzursuz ediyor. Rüzgar varsa ve gidebiliyorsak keyfimiz iyi, duraklamak zorunda kaldığımızda elim ayağım bağlı gibi hissediyorum, geriliyorum. Mayıs başından beri görmediğim, 21 gündür de sesini duymadığım kızım sürekli aklımda, bu yüzden duygusal tepkiler fazla, hani insan sağ ve iyi olduğunu bilse özlemeye dayanıyor bir yere kadar, ama hiç haber alamamak çok kötü bir his. Maliyeti çok fazla olduğu için SSB radyo veya uydu telefon almadık. Sabır, sabır ya sabır....tam bir nefis terbiyesi. Teknede en iyi zaman geçirme aracı kitaplar. Bir sürü kitap vardı, hepsini hatmettim. Okuyacak birsey kalmayınca teorik denizcilik kitaplarına giriştim, ama onları okumak daha fazla malzeme bulmama yarıyor( Kaptaaan, bu teknenin çarmıhları doğru açıda mı ??? vıdı vıdı vıdı...)

Geceleri ise elektrik tasarrufu için okuma eylemine ara verdiğimiz, insanın tamamen kendisiyle kaldığı, içsel yolculuklar için çok uygun bir zaman. Beyninin derinliklerinde bunca yıllık hayatında ne var nok iyice didikliyorsun, kızgınlıklarını affediyorsun, tam bir meditasyon.
Elektriğimizin baş tüketicisi otopilot, ikincisi buzdolabı. Geceleri seyir feneri yerine direğin tepesindeki lambayı(demir feneri) yakıyoruz, bunun daha uzaktan veya iyi görüldüğünü düşünüyoruz. Ancak yakınımızdan geçecek bir gemi olursa seyir fenerlerini yakıyoruz ki, onlar da ne yöne gittiğimizi bilsinler. Rüzgar olduğunda rüzgar jeneratörünün ürettiği elektrik bize yetiyor, çok rüzgarsız günlerde tüm elektronikleri kapatıyoruz, çok sıkışırsak yanımızdaki Honda jeneratörü çalıştırıp aküleri şarj ediyoruz(kaptan çok azimlidir motor çalıştırmamakta:))


23 Haziran:

Pozisyon: 37.40.403N, 37.54.403W

Bol sağanaklı bir gece. İki camadan vurulmuş ana yelken ve minicik ön yelkenle sabah oluyor. İlerleyen saatlerde hava efendileşiyor, ana yelkeni tamamen açıyoruz. Öğleyin iskele kıç omuzluğumuzda bir yelkenli gördük. Arasıra okyanusta bizden başka birilerini görmek güzel oluyor. Onlar Azor'un Faial adasına değil daha kuzeybatıdaki Flores'e gidiyorlarmış. Teknenin adı Arcenciel, bizden 11 gün sonra yola çıkmışlar, ön yelkenlerinin sarması birkaç gün önce bozulmuş, yoksa bizi daha önce geçerlerdi:) Sadece ana yelkenle gidiyorlardı, bizi yakalayıp geçmeleri 6-7 saat sürdü. 'Kesin motor desteğiyle gidiyorlar' diyor kaptan, yoksa bu rüzgarda sadece ana yelkenle nasıl o kadar hızlı uzaklaşabilirler.

Yiyecek stoklarımız iyice azaldı. Artık bakliyat türevlerinden tiksinecek durumdayız, sebze yemekleri burnumuzda tütüyor. Şöyle bir patlıcan yemeği olsa da yesek. Sürekli yemek hayali kuruyoruz, Azor'a varır varmaz nefis bir salata, bol bol meyve bir de dondurma yiyeceğiz. Kaptan biftek de yiyecekmiş, adam günlerdir hayvansal protein almadı ya, gözü dönüyor, durum vahim yani! Menüde sık sık mayalanmış hamur kızartması oluyor. Kolay ve şişirici. Patateslerimiz 3-5 tane kaldı, yumurtamız varken bazen kek yapıyorduk, artık o da bitti. Açlıktan ölmeyiz herhalde, hala 1 çuval pirinç ve bol un var. Çinliler gibi olduk. Suyumuzu çok idareli kullandık, onda sorun yok. Hiç balık tutamıyor olmamız şanssızlık mı, üşengeçlik mi, yöntem bilmemek mi bilemiyorum, ama 1-2 kez fırtına sırasında güvertemize düşüp can veren uçan balıklar dışında okyanusta balığın b'sini görmedik. Oysa Bermuda'da tanıştığımız iki denizci bize yolda iğneye taktıkları beyaz poşet parçasıyla sırtı attıklarını ve kocaman 2 tane ton balığı yakaladıklarını anlatmışlardı. Kuyruklarını da ibret olsun diye çarmıha çekmişlerdi:) Bizde ne güzel ne biçim rengarenk yemler var, bizim bile balık olsak yiyesimiz gelir, nerde bu balıklar ???


24 Haziran

Pozisyon: 38.03.148N, 35.59.220W

Sabah rüzgar kaldı, ana yelkeni indirdik.Öğlene kadar doğru dürüst esmedi. Öğleden sonra azıcık kıpırdanınca ana yelkeni tekrar açtık, ama çok hafif rüzgar. Çok dengesiz hava, akşam 2200 gibi arttı, camadan vurduk, sonra gece yine kaldı.



25 Haziran:

Pozisyon:38.22. 342N, 35.05.402W


Bütün gün hiç rüzgar yok:( Denizin üstü dümdüz. Kocaman mavi bir tarlada gibiyiz, alabildiğine uçsuz bucaksız.

Ufak tefek tamir işleriyle uğraştık. Bir süredir teknemizin altında bizi takip eden zebra gibi çizgili ve 2 tane olduğunu sandığımız balıklar vardı. Hatta fırtınalı günlerde bile yılmadan peşimizden yüzdüler(Kaptana göre böyle hızlı yüzmekten zayıfladılar bile:)). Biz durunca onlar da durdular, etrafımızda geziniyorlar. Meğerse iki değil dört taneymiş. Önce duygusal davranıp balıkları yakalamak istemeyen kaptan, temel ihtiyaçlarına yenik düşüp hemen oltayı salladı. Aksi gibi taze yem yapacak birşey de yok. Bu balıklar çok akıllı, sahte yemlerle hiç ilgilenmiyorlar. Biraz eskimiş ve bayatlamış sert peynir taktık, bir tanesini yakalayabildik. 2 tanesi ise (demek ki yemi tam yutmamışlar) tam yakaladık sanırken güverteye çekemeden oltadan geri denize düşüp kurtuldular.


Bütün gün böyle avarelikle geçti, kaptan balığı pek isteyerek yemedi, insanın evinde beslediği kedi köpeği yemesi gibi diyor(bizim evcil balıklar güya) pek tatsız, yağsız ve kaslıydı(eee günlerce hiç durmadan ben yüzsem ben de öyle olurum), ben sadece bir lokma aldım.

Gece yarısından sonra rüzgar çıktı, sevinçle yola koyulduk:)


26 Haziran:



Pozisyon:38.31. 648N, 34.05.961W



Güzel gidiyoruz, yolumuz az kaldı. Kaptan yaratıcılıkta kendini aşıyor, bezelyeli gözleme(ee bir tek bezelye konservesi ve soğan var), yassı kadayıf gibi yiyeceklerle beni biraz neşelendirmeye çalışıyor. Ama hala yol bitmediiii!



27 Haziran:

Pozisyon: 38.35.369N, 32.17.156W

Bizi geçen geçene. Canımız sağolsun, bu kadar dayandık, herhalde bir kaç gün daha dayanırız diye birbirimize moral veriyoruz. Rüzgarsız günlerde kendimize eğlence yaratıyoruz. Artık yüksek basınç alanı iyice kendini belli etmeye başladı, sık sık rüzgar kalıyor, neredeyse fırtınaları özleyeceğiz!!! Bugün Azorlara yaklaştığımızı iyice hissetmeye başladık. Gemi trafiği arttı. Bir balıkçı gördük, önce ne olduğunu anlayamadık, rengarenk boyanmış bir tekne, direk üzerimize doğru geldiler, bu Portekizliler de bizim gibi meraklı mı ne?? Kaptan biraz kızdı, başka geçecek yer yok gibi 20 metre ötemizden geçtiler, ne gerek var böyle yakın geçişe. Horta limanına kayıtlı bir tekne, bir sürü oltalarla dolu güvertesi, bize el salladılar(ne bilsinler kaptanın ağzına geleni saydığını:))


28 Haziran:

Pozisyon: 38.11.280N, 30.59.129W


Bizden sonra yola çıkan, Herb'le radyo bağlantılarını dinlediğimiz Momo teknesi yakınlarımızda. Onlar da acele etmiyorlar, motor çalıştırmadan bekliyorlar. Rüzgar çıktıkça yola devam, durdukça biz de duruyoruz. Gece bir yelkenlinin ışıklarını gördük, VHF'ten temas kurduk, tahmin ettiğimiz gibi Momo imiş, biraz muhabbet ettik, Türkiye'de 2 yıl kadar kalmışlar, güzel anıları varmış. Horta limanında görüşmek üzere iyi yolculuklar diledik.



29 Haziran:

Pozisyon: 38.29.090N, 30.09.322W


Artık iyice yaklaştık, Faial adası burnumuzun dibinde. Yavaş yavaş ilerliyoruz, rüzgar çok az. Öğleden sonra artık çok yaklaştığımız için kaptan baskılarıma dayanamayarak motoru çalıştırıyor. 4 saatlik motor seyrinden sonra hayal meyal adayı görmeye başlayınca sevinçle güverteye fırlayıp 'Land hooooooooo!' diye bağırıyorum:) Bunu yapmayı hep istemiştim:)

Kaptan adayı görmemizin şerefine barbunya fasulyeli pizza yaptı. Portakallı ördekten daha lezzetliydi, büyük bir zevkle yedik, mutluyuz:)

Gece boyunca yavaş yavaş yaklaştık, zor bir işi başarmış olmak içimizi kıpır kıpır yapıyor. Telefon kapsama alanına girer girmez (genelde karaya 30 mil uzaktan çekiyor) hemen sms'ler gönderildi. Görümcem bir gün önce meraktan hastanelik olmuş, 'Bunlara kesin birşey oldu' diye sinirleri bozulmuş ateşi çıkmış, sakinleştirici iğnelerle zor toparlamışlar. Çok sevindi tabii haber alınca.



30 Haziran:

Pozisyon: 38.29.835N, 28.50.913

Limana gece varmamak için ana yelkeni indirip, genovayla yavaş yavaş ilerledik, sabaha doğru artık kıyıya iyice yakın, adaya paralel, liman tarafına doğru ilerliyoruz. Portekiz bayrağımızı ve sarı karantina bayrağımızı gurcataya çektik. Çok güzel görünen bir ada, yemyeşil, tepesinde asılı bulutlar, biz bu Azor adalarını görür görmez sevdik:) Kaptan sabaha kadar nöbette olduğu için azcık kestirmeye gitti, ben sevinçle güvertede otururken, yakınlarda bir balina gördüm, tam dalmış olan kaptanı yukarı çağırdım, tabii o uyanıp gelene kadar balina suya gömüldü gitti. Zaten sadece sırtını görebildim. Meğerse Azor adaları balina izleme turlarının bolca olduğu yerlermiş, bunu sonradan öğreniyoruz. Eh, kaptandan daha şanslıyım! :) (Kaptan Akdeniz'deki balinayı gördüğünde kendini hiç de şanslı hissetmedi, ilerde göreceğiz)

Elimizde Azor chartı ve GPS yardımıyla Horta Marina'ya gidiyoruz. Azor adaları volkanik olduğu için Faial adasında öyle demirlenecek bir koy vs yok, marinaya bağlanmak zorundayız. İyi güzel de, neresi yeni gelenlerin rıhtımı?? Zaten ufak olan limanın ortasına bir tekne demir atmış, bakıyoruz, Momo, vay be biz olsak gece gece gelip hem de volkanik bir adada öyle pat diye dibini sapını bilmediğimiz liman ortasına hayatta demirleyemeyiz.

Sağa sola bakınıyoruz, nereye yanaşsak acaba, her yer tıklım tıklım teknelerle dolu. Sonunda 'Customs' yazısının önündeki rıhtıma yaklaşıp, orada bağlı teknelerden birine aborda oluyoruz. Teknede bir bebek sandalyesi, ufak bebek, 3-4 yaşlarında başka bir çocuk..ya millet ne güzel geziyor ailesiyle, küçük bebek filan demeden okyanus geçiyor, dünya turu atıyor. Bermuda'da da görmüştük böyle boy boy çocuklarıyla denize açılanları. Ama yine de hiç kolay değil, kendine bile bakamadığın fırtına anlarında bir de küçücük bebek için endişelenmek, ihtiyaçlarına cevap vermek...Karada bile zor çocuk bakmak, o yüzden ben şimdilik kendim geçeyim yeter diye düşünüyorum:)

Yaşasın artık ayaklarımız toprağa basıyor:) Bu sefer korktuğum gibi kara tutmuyor, hafif bir sendeleme var ama, demek ki bir seferlik olduğu tezi doğruymuş.

Gümrük binasına gidiyoruz. Ne güzel medeni ülkeler. Hiç uğraştırmıyorlar bizi, giriş işlemlerimiz aynı bina içindeki 3 ofiste hemencecik hallediliyor. TC pasaportlu olduğum için vize almam gerek, görevli pasaportunuzu bırakın 2 saat sonra gelin alın diyor. Deniz yoluyla gelince başvurmaya gerek kalmadan 15 günlük schengen vizesi veriyorlar. Marina ücretlerinin günlük 10 euro olduğunu öğrenince rahatlıyoruz, çünkü demirde durma şansı yok, 100 euro da deseler mecburen marinaya bağlanacağız. Tekneyi hemen bize verilen yere bağlayıp kendimizi yiyecek birşeyler bulmak için Horta sokaklarına atıyoruz. Gümrükteki görevlinin bize verdiği haritaya göre marketi kolayca bulup, gözü dönmüş bir şekilde alışveriş yapıyoruz, kendimize iyi bir ziyafet çekiyoruz.